"Yemekte ne var acaba?"
"Ona çıkma teklifi etsem cevabı ne olur?"
"Annemi arasam mı, nerede olduğumu merak etmiştir."
"Kaldırımda yürüyen bronz saçlı kız neden beyninde patlamayı bekleyen bir bomba varmış gibi yumruklarını sıkmış ki?"
Evet, gerçekten de beyninde patlamayı bekleyen bir bomba varmış gibi tırnaklarını avcuna batırarak yumruklarını sıkmıştı ama bunun tek sebebi beyninde gerçekten patlamayı bekleyen bir bomba olmasıydı. Onları görmezden gelmeye çalışarak zihnini ve gözlerini sadece yola odaklamış yürüyordu, bu sayede sesleri biraz daha kısık geliyordu, ya da o böyle düşünüyordu. Herkes diğerlerinin o anda aklından ne geçtiğini duymak isterdi ama kimse bu yeteneğin insanı çileden çıkartabileceğini hesaba katmıyordu, ne zaman bir yere girse kafasında yalnızca sesler, sesler ve sesler vardı. Bazen insanların düşüncelerini kafasından atmayı başarıyordu ancak bu yalnızca fazla kalabalık yokken ve daha sessiz ortamlarda gerçekleşiyordu. Sokağın ortasında yeteneğinin tutsağı olması kaçınılmazdı elbette. İçindeki diğerlerine bağırıp çenelerini kapamalarını söylemek istedi, dehşet verici güçlere sahip olup hepsini havaya uçurmak istedi. Bu dürtüyü hemen arkaplana attı, yaşamı boyunca hep "iyi kız" olmayı seçmiş ve başına ne gelirse gelsin bunu soğukkanlılıkla karşılamayı kendi kendine öğrenmiş biri olarak aptalca şeyler yapmak ona yakışmazdı.
Diğerlerinin gürültüsünü bastırabilecek kadar yüksek sesle bir şeyler düşünmeye çabaladı kendini. Okulu ve okula başlayıp yeteneğini kontrol etmeyi öğrendiğinde kavuşacağı rahatlığı aklına getirdi, umuyordu ki başarılı bir öğrenci olup şu lanet olası düşünce okuma işini istediği zaman devreye sokmayı öğrenebilirdi. Sonra yüzünü buruşturdu, zihnini kapatamamıştı ve ötekilerin sesleri hala kafasının içindeydi, üstelik kendi düşünceleriyle karışıyor ve kendi kendini bile anlayamıyordu. Bu onu çileden çıkartıyordu ancak henüz bunu engelleyebilecek kadar büyük bir efora sahip değildi.
Kesin sesinizi, diye mırıldandı dişlerinin arasından. Tanrı aşkına kesin.
Daha gürültüsüz ve sessiz bir yere girmesi gerekiyordu, kalabalığın gürültüsü ve düşünceler birbirine karışınca durum hiç çekilmez oluyordu. Belki o zaman biraz daha rahatlayabilirdi. Arayış ve beklenti içinde çevresine bakındı, bulabildiği tek yer bir kafe olmuştu. Biraz daha yaklaşıp yanağını soğuk cama dayadı ve içeriye göz gezdirdi, fazla kalabalık yoktu. İnsanlar sakin sakin çaylarını yudumlayıp birbirleriyle sohbet ediyordu, Tanrıya şükür, dieu merci, diye fısıldadı. Vakit kaybetmeden kapıyı araladı ve kendini içeri attı.
İnsanların düşünceleri gene beynine hakimdi, ama eskisi kadar değil. Çok gürültülü bir ortamdan daha dingin bir yere geçmiş gibiydi. Burada da çok insan vardı ama sokakla kıyaslanamazdı elbette, çevresine bakındı. Tek başına oturmak istemiyordu, o zaman yine çevresindekilerin ne düşündüğünü dinlemek mecburiyetinde kalacaktı. Biriyle konuşmalıydı, kafasını dağıtacak biri. İçerisi sıcaktı, masaların arasından güçlükle ilerleyip etrafını inceledi, neredeyse her yer doluydu. Bir izin dahi beklemeden yürüyüp gözüne ilk çarpan masaya yerleşti ve karşısındaki çocuğa baktı,
Şey, sakıncası yok değil mi? dedi karşısındakinin tepkisini ölçmek ister gibi gülümseyerek.