Ailesinin verdiği parayla, kısa süreliğine tuttuğu bir apartman dairesinde yaşamak belki de hayatında yaşadığı en sıkıcı deneyim olmuştu Claudia için, ve şimdi de burdan kurtuluyordu işte. O kiralarken içi döşenmiş olan dairesinden kendisine ait olan birkaç parça şeyi bavuluna sıkıştırmıştı ve geri kalan ufak tefek şeyler de çantasındaydı, sabahın erken bir saatinde bir daha dönmemek üzere dairenin kapısını fazlasıyla sert bir şekilde kapatırken en sevdiği bluzlarından birini içerde unuttuğunu farketmişti. Evet, muhteşem gününün kötüleşmeye başladığı muhteşem etken. Hızlıca birkaç küfür savurup -bunu kime, neden yaptığı belli değildi- kapıyı kapatırken elinde kalan tokmağa birkaç saniye boyunca bakakaldı, sonra da onu merdivenlerden aşağı doğru fırlatıp peşinden o da aşağı koştu. Yeni hayatının başlaması için uygun gördüğü yerin, okulun da burası kadar berbat olmadığını ummaktan başka yapabileceği birşey henüz yoktu.
Sırtında siyah çantası ve yanında duran orta boy, bordo bavuluyla servisin gelmesini bekliyordu. Henüz 15 dakika kadar olmalıydı, zira dairesinden bir an önce kurtulmak için olması gerekenden fazlaca erken çıkmıştı. Güneşi çevreleyen hafif gri bulutlar, yine de ışığın genç kıza ulaşmasını tam anlamıyla engelleyemiyordu ve güneşten, sıcaktan hiç de hoşlanmayan Claudia bu nedenle yine alçak sesle küfretmişti. Evet, dışardan bakan biri onun görünümüyle kişiliğinin hiç uymadığını düşünebilirdi; ama sadece dışardan bakan biri. 16 yıl boyunca kültür, sanat düşkünü sıkıcı bir ailede yaşayan her kız, ailesinden uzak kalınca hoş ve asil görünümünün ardından bir bardak birayı hiç düşünmeden kafasına dikebilir, hiç tanımadığı insanlara usturuplu birkaç küfür savurabilirdi. Olduğu şekilde davranmaktan sıkılmış, bezgin ruhlar olmadıkları şekilde de davranabilirlerdi özgürlüklerinin keyfini çıkardıkları ilk zamanlarda. Claudia gibi olanlar. Altın sarısı, dalgalı saçlarını arkaya doğru savurup çantasından bir sakız çıkardı, hızlıca ambalajını açtıktan sonra ağzına attı ve bu sefer de müzik çalarını çıkardı çantasından. Kulağına taktıktan sonra rastgele bir şarkıya ayarladı, açıkçası öyle tutkun olduğu şarkılar yoktu ve dinlediklerinin hepsi orta derecede hoşuna giden şeylerdi, yani onun için farketmezdi. Ağır bir tempoyla sakızı çiğnerken, sokağın köşesinde görünmüş olan turuncu servise dikti mavi gözlerini.
Komik. Berbat. Dizaynı şaka gibiydi, rengi de öyle. Hızlı bır hareketle servise bindikten sonra etrafına göz gezdirdi. Evet, zavallı tipler. Gözüne çarpan birkaç kişi vardı elbette, ama iletişime geçeceği kadar kayda değer değillerdi. Küçümseyici bir biçimde dudağını büküp, ortalarda bir yere oturdu, kalan son boş yerlerden biri orasıydı. Cam kenarına doğru kayıp dikkatini dışarıya yöneltti; gelip geçen sıkıcı insanlara, bulutlara ya da ağaçlara. Amerika nasıl da bu kadar ünlüydü, böylesine boşken? Pek bir doğal güzelliği yoktu, şehirler betondan oluşmuştu. Gerçi Los Angeles'ın şehir merkezi dışında kalan yerler palmiyelerle bezeli, hoş mekanlardı ama oraları da ne gariptir ki fazla rağbet görmüyordu. Fransa, ailesi dışında kalan Fransa'yı çok daha göz alıcı ve hoş buluyordu Claudia. Hiç olmazsa lavanta tarlalarını. Çocukluğunu geçirdiği malikanenin tam karşısında bulunan tarla, açık mor rengi ve kokusuyla onu cezbeden az sayıda şeylerden biriydi. Ama burası, burda olsa olsa hamburger tarlaları olurdu. Aileler küçük çocuklarıyla beraber içler acısı durumdaki fast food dükkanlarına gidip mutlu mutlu damarlarını yağla tıkamayı pek seviyorlardı anlaşılan. Dégoûtant*, diye mırıldanıp dikkatini yeniden dışarda gördüğü bulanık şekillere verdi. Bu camlar en son ne zaman silinmişti acaba?
Kalabalığın anlamsız gürültüsü arasında, ona bir ömür gibi geçen sürenin ardından okula gelmişlerdi. Fakat bir kaz sürüsü gibi basit heyecanlarıyla ayağa kalkan topluluk, Claudia'nın okulun zerresini görmesine engel oluyordu. Müzikçalarını yeniden çantasına tıkıp, ayağa kalktı. Kalabalığın çıkışa akın etmesi sonucu çoğu kişi inse de, bazıları hala sebepsiz yere oyalanıyordu. Sabırlı biri olduğu kesinlikle söylenemeyecek olan genç kız, sinirli bir şekilde birkaç kişiyi ittikten sonra servisten indi. Serin, temiz havayı içine çektikten sonra bir anda şaşkınla etrafına bakındı, muhtemelen hayal görüyordu. Havada asılı duran bir okul mu? İmkansız, imkansız, imkansız. Gerçi hoş görünüyordu, tabii renkleri berbat bir zevkin ürünü olmasaydı. Küçümser bir tavırla çantasını omzuna attı ve bavulunu çekerek, okula doğru ilerlemeye başladı. Yeni hayatının başlayacağı yer olarak, ona göre pek de uygun değildi doğrusu.
*Dégoûtant: Fransızca 'iğrenç'.